Aforizmalar // Franz Kafka


Merhaba sosyal medya tutkunları...
 
Okumakta zorlandığım, hatta anlamak için kafa patlattığım bir romandan sonra oldukça kolay okunan bir kitapla karşınızdayım. 
 
Kitap yazarımızın hastalıklarla mücadele ettiği sırada defterine yazdığı tespitlerden oluşan söz ya da kısa yazılardan meydana geliyor. Neredeyse twitter gibi. Bu nedenle fenomen olmak isteyip de tespit yapmakta zorlanan arkadaşlarım için tam bir başucu kitabı. Hani Mevlana ve Yunus Emre' nin sözlerinin yanında daha entelektüel görünmenizi sağlayabilir.
 
Franz Kafka okuduğum ilk kitabında "Günah, Istırap, Umut ve Doğru Yol" üzerine tespitlerde bulunuyor. Bazı sözleri sanki anlaşılmasının zorluğu nedeniyle -belki de ben anlamadım- istenilen retweet sayısına ulaştıramayabilir, benden söylemesi.
 
Size daha iyi fikir vermesi bakımından bir kaç tane sözü alıntılıyorum...
 
Selametle kalın...
 
Kötü davranmak bizden istenir; iyi davranmak ise, zaten içimizdedir
Sadece zamanı kavrayabilme yetimiz yüzünden Kıyamet Günü diyoruz o güne; aslında sıkıyönetim mahkemesidir o
Kendini insanlığa bakarak sına. Şüphe edenin şüphesini, inananın inancını besler bu
İnançtan yoksun olduğumuz söylenemez. Yaşamamız bile tek başına bir inanç değeridir
Kötü, bazen insanın elinde bir alet gibidir; bilinsin ya da bilinmesin, eğer insan bunu yapmak istiyorsa, kaldırılıp bir kenara atılmasına ses çıkarmaz
Ruh, bir dayanak olmaktan çıkınca özgürleşir ancak 

 

 Merhaba sosyal medya tutkunları...   Okumakta zorlandığım, hatta anlamak için kafa patlattığım bir romandan sonra oldukça kolay ...

Çanlar Kimin İçin Çalıyor // Ernest Hemingway


Merhaba sevgili kitap severler. Zor roman dediğin nedir ki ya da zor benim işim diyen biriyseniz tam size göre olan bir roman hakkındaki fikirlerimi okumak üzeresiniz... 

Hikayemiz aslında kısa bir zaman sürecinde geçiyor. Amerikalı, İspanyolca profesörü olan ve aynı zamanda patlayıcı uzmanı olan Robert Jondan' ın İspanyada ki faşist yönetime karşı mücadele eden ayrılıkçı-özgürlükçülere yardım için bir köprüyü havaya uçurmasını konu alır.  Bu görevi sırasında bölgede bulunan Cumhuriyetçilerden aldığı destek, yaşanan bir aşk, doğa koşullarının zorluğu ve diğer çete liderleriyle ilişkileri ise hikayemizin içeriğini oluşturmaktadır.

Romanın büyük bölümü bir anlatıcı tarafından aktarılırken bazı bölümler diyalog şeklinde geçmekte. Anlatımın olduğu bölümler daha anlaşılır ve akıcıyken diyalogla anlatılan bölümler oldukça sıkıcıydı. Birde konuyla alakasız ve bitmek bilmeyen betimlemeler benim için zorlanmanın zirve noktasıydı.  

Kitabın uzun ve zorluğunun yanında karakterlerinin düşmanını bile öldürürken zorlanmaları, vicdan muhasebeleri ya da bir bölge ele geçirildikten sonra eski yöneticilere verilen cezalar hikayenin en etkili yerleriydi.  Hele bir yerleşim yerinin ayrılıkçılar tarafından ele geçirildiğini düşünün. Sonra o bölgenin ileri gelenlerinin  halkın içine teker teker gönderildiklerini ve halkın onları döverek öldürdüğünü.  Dahası yaşanan bir sürü vahşilik...

Romanın özü, baş karakter Robert Jordan' ın bakış açısıyla savaşın anlamsızlığını vurgulamaktır.  

Zor kitapların kurtları, hepinize iyi okumalar... 

Merhaba sevgili kitap severler. Zor roman dediğin nedir ki ya da zor benim işim diyen biriyseniz tam size göre olan bir roman hakk...

Sakıncalı Piyade // Uğur MUMCU


12 Mart 1971 tarihinde Genel Kurmay Başkanı' nın Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları ile birlikte hazırladıkları muhtırayı dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY' a vererek hükümeti istifa ettirdikleri dönem. Askerin etkisi ve kontrolü her alanda kendisini hissettirmektedir.

Sakıncalı Piyade, Uğur Mumcu' nun askerin varlığını okur - yazar üzerinde de hissettirdiği 12 Mart döneminde yaşadığı askerlik ve mahkeme anılarını paylaştığı kitabının adıdır. Her ne kadar esprili bir dil kullanarak iğneleyici eleştiri yapıyormuş gibiyse de aslında yaşadığı acıyı iliklerimde hissettim. Hiç komik değildi.

Hani geçmişte yaşadığınız zor günleri tebessüm ederek anlatırsınız ya. İşte öyle bir şey...

12 Mart 1971 tarihinde Genel Kurmay Başkanı' nın Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları ile birlikte hazırladıkları muhtırayı ...

Bir Delinin Hatıra Defteri // Gogol


Merhaba kitap severler...

Hiç bir tavsiye, telkin, öneri, baskı vs olmadan elime geçmişken okuyayım dediğim bir kitap. İçerisinde Bir Delinin Hatıra Defteri, Palto ve Burun olmak üzere üç hikaye var. Üç hikayeden de çıkarılacak sonuç toplumdaki seviye farkının daha doğrusu yumuşatılmış kast sisteminin iyi bir şey olmadığı.   

İlk hikayede bir günlük okuyoruz. Sıradan bir memurun, yüksek tabakadan kıza duyduğu platonik aşkın, kızın başka bir burjuva delikanlısına aşık olduğunu öğrenmesiyle yıkılışına şahit oluyoruz. Hemde ne yıkılış. Aşık' ın vahim durumu kendini bir beyzade sonrasında da İspanya kralı olduğunu sanmasına kadar ilerler. Sonuç akıl hastahanesi...

Palto hikayesi de benzer. Alt tabakadan bir memur kendisine yeni bir palto diktirebilmek için, yaptığı kaba hesaba göre bir yıl boyunca tasarrufta bulunmak zorundadır. Bu süre içerisinde kendisine yapılan tüm haksızlıkları sineye çeker. Paltosunu aldığı günün gecesi de gasp edilerek paltosundan olur. Devlet kapılarını zorlamasına rağmen hem sonuç alamaz hem de aşağılanır. Ve kısa bir süre sonra soğuk algınlığıyla birleşen kahırdan ölür. Sonrasında ise hayaleti tüm sorumlulardan intikamını alır.

Burun hikayesi ise acayip. Belkide ben anlamamışımdır bilemiyorum ama öyle olsa bile iyi anlatamayan yazar ya da iyi çeviremeyen çevirmendir bunun tüm sorumlusu. Hikaye anladığım kadarıyla şöyle. Adamın biri kahvaltı yaparken ekmeğin içinden burun çıkıyor ve bu burundan kurtulmak için gizlice nehre atıyor. Başka bir adam ise sabah uyanıp aynaya baktığında burnu olmadığını görüyor. Sonra bir yerde gördüğü başka bir adamın burnunun kendisinin olduğunu iddia ediyor. Velhasıl burun bulunuyor ama doktor artık yerine yapıştırılamayacağını söylüyor. Ama adamın asıl stresi sosyal statüsünü kaybetme korkusu. Sanırım yada evet evet bu bir rüya...

Sonuç olarak incecik bir kitap, eminin okursunuz...

Selametle kalın olur mu...

 

Merhaba kitap severler... Hiç bir tavsiye, telkin, öneri, baskı vs olmadan elime geçmişken okuyayım dediğim bir kitap. İçerisinde ...

Hayvan Çiftliği // George Orwell


Olayın hikayesi tam olarak şöyle: İş yerinde sıradan bir sohbet esnasında arkadaşlardan biri, ismini hatırlayamadığım bir şairden alıntı yaparak "Leylek bir kuşsa Baykuş daha da bir kuştur" dedi. Muhabbet esnasında bir "vaayy söze bak" durumu yaşayıp geçtiğimi zannederken meğer lafı hafızaya atmışım. Aynı günün akşamı kitapseverlerin bloglarında bakınırken bir blogda kuşlardan da bahseden güzel bir yazı okudum. Hemen hafızadan çıkardığım sözü uyarlayarak bloga yolladım. Bıraktığım yoruma gelen cevap bu kitabı okuyun du.


Söz verdik bir kere, okumadan olur mu? Kitap beklediğimin çok çok üzerindeydi sevgili okur. Fabl türünde, sosyalizmin iğneleyici bir eleştirisi olarak görülse de ben günümüze  dair bir çok çıkarımda bulundum. Eski dostlar nasıl düşman olur, liderler nasıl tartışılamaz hale gelir, konulan kurallar, kural koyucular tarafından nasıl esnetilir ve daha bir sürü şey...

Kitabın hikayesi ise özetle şöyle: Bay Jones'in çiftliğindeki hayvanlar kendilerine kötü davranılmasından rahatsızdırlar. Koca Reis isimli domuz tarafından organize edilerek daha özgür bir çiftliğe kavuşmayı hayal ederler ancak Koca Reis'in ömrü buna yetmez. Ölümünden sonra diğer hayvanlar Napolyon isimli domuz önderliğinde ayaklanarak çiftliği ele geçirirler ve Napolyon u önder seçerler. Artık hayvanlara okumayı öğretme görevi de Snowball isimli domuzdadır. Napolyon bilinçlenen hayvanların kendisini tekrar lider seçmeyeceklerini düşünerek köpeklerden bir polis gücü kurar ve Snowball' ı çiftlikten kovdurur. Artık Snowball bir haindir. Hakkında her geçen gün yeni yeni belgeler çıkarak tüm kötülükler ona yüklenir. Napolyon ise zamanla yönetimi tekeline alarak domuzların dikta yönetimini kurar. 

Muhtemelen benim etkilendiğim sözün aslı da kitabın başındaki şu söz olmalı: "Bütün hayvanlar eşittir bazıları daha da eşit"

Buradan da çıkarımda bulunarak yeni bir söze daha ne dersiniz. "İnsanlar eşittir ama bazı insanlar daha da eşit" 

Son söz olarak kitabı bana tavsiye eden Bilirsin, Herkes Bilir blogunun sahibine teşekkür ederim. Bu arada kitap bloglarını takip etmeyi unutmayın...

Keyifli okumalar...

Olayın hikayesi tam olarak şöyle: İş yerinde sıradan bir sohbet esnasında arkadaşlardan biri, ismini hatırlayamadığım bir şairden alınt...

Asker, Polis, Savcı Para İstemez



Dolandırıcılık sektörünün geldiği son nokta telefon dolandırıcılığı. Emniyet Genel Müdürlüğü bu konuda halkı bilinçlendirmek için Tv reklamlarından tutun da bankamatiklere uyarı yazısı yazdırılmasına hatta cuma vaazlarına kadar bir çok alanda uyarılar yaptı. 

Peki tüm bu uyarılara rağmen sıradan insanından Tv lerde insanlara akıl veren ünlü profesörlere kadar bir çok insan bu dolandırıcıların ağına nasıl düşüyor? Sorunun tek kelimeyle cevabı "PANİK". Kurban telefonu açtıktan sonra fonda duyulan telsiz sesi ile beraber "hattınız terör örgütleri tarafından kullanılıyor, sizi kurtarabilmemiz için bize yardımcı olun, geri ödemek kaydıyla acil para gönderin" şeklinde özetlenebilecek metni saydırıyorlar. Sürekli konuşan dolandırıcı kurbanının sağlıklı düşünmesini ve çevresinden yardım almasını engelliyor. Bu panik haliyle devletin gizli görevlisinin kendisini aradığını düşünen kurban ağa düşüyor.

Özellikle telefon dolandırıcılığında, dolandırıcının kimliğinin tespitinin uğraştırıcı olması ve kurbanı kandıramama, teknik tabirle dolandırıcılığa teşebbüs durumunda kimsenin olayın üzerine düşmemesi gibi nedenlerle bu yöntem uzun bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Cezaların caydırıcı olmaması ise ayrı bir tartışma konusu...

Benim konuyu bloguma taşıma nedenim uyarmaktan ziyade resimde gördüğünüz haber. Geliştirdiği güzel yöntemle ava gelenleri avlayan Aydın' lı kardeşimi tebrik ediyorum. 

Olur da bir gün sizde aranırsanız hiç tereddüt etmeden, bu haberden ilham alarak geliştirdiğiniz yöntemi kullanınız. :)

Selametle kalın...

Dolandırıcılık sektörünün geldiği son nokta telefon dolandırıcılığı. Emniyet Genel Müdürlüğü bu konuda halkı bilinçlendirmek için Tv...

Tatlı Betüş // Aziz Nesin


Aziz Nesin artık kanıksadığım üslubuyla, bu kez yabancısı olduğum barlar sokağının sakinlerini tanıtıyor bu romanında.  

Hikayenin özü aslında dram, hem de ağırdan daha ağır bir dram. Güllü adında bir kız çocuğu doktor aileye evlatlık olarak verilir. Ancak doktor Güllü'ye göz koyar. Doktor' un Güllü' ye sahip olduğunu fark eden doktorun eşi, eşini kaybetme korkusuyla evin oğlununda Güllü' ye sahip olmasını sağlar. Güllü bu hayattan kurtulmak için mahallesindeki sevdiği gençten kendisini kaçırmasını ister. Ancak delikanlı buna cesaret edemez. Doktorun evinde yaşanan bir olay sonrasında da Güllü evden kovulur. 

Hikayenin anlatımı oldukça farklı. Güllü' yü hep onu tanıyanların dilinden dinliyoruz. Günün birinde Güllü'ye yüklü miktarda miras kalır. Tabi ki mirası duyduktan sonra Güllü' nün akrabası olduğunu hatırlayan yakınların, mirastan pay alabilmesi için Güllü' yü bulması gerekmektedir. Bir yakınının Güllü' yü tanıyanları tek tek bulup konuşmasıyla da roman ortaya çıkıyor..

Aranan kişinin adı bir yerde Tatlı Betüş, bir yerde Lokum Betül, Bayan Döviz, Prenses Feşafeş, Evlatlık Şükran, Kopça Koparan Dansöz Gülcan Keklik, Müzayede Hanım, Çift Motorlu Mis Kamepa, Madam Entellektüel, Türk Lokumu, Yırtık Leyla, Şifreli Hanım, Betül Hanımefendi, Sarışın Bebek, Müstesna Hanımefendi, Madam Abus da onun isimlerindendir.

Tatlı Betüş' ün hayatındaki her isim farklı bir kesimin eleştirisini oluşturuyor. Aslında alçak sosyete olması gereken yüksek sosyetenin yozlaşmışlığını mizahi bir dille yerin dibine sokuluşunu okuyoruz. 

Mizah sevenlerin ve yüksek sosyete meraklılarının severek okuyacağı bir kitap. Tavsiye edilir...

    

Aziz Nesin artık kanıksadığım üslubuyla, bu kez yabancısı olduğum barlar sokağının sakinlerini tanıtıyor bu romanında.   Hikayenin ...