Tutunamayanlar - Oğuz Atay


Roman bir trende başlar. Turgut Özben trende tanıştığı bir gazeteciye, ilgili kişilerden onay aldıktan sonra yayımlaması için elindeki notlarını gönderir.  Bu notlara göre Selim Işık'ın intihar ettiğini öğrenen en yakın arkadaşı Turgut Özben arkadaşının geçmişini araştırmaya başlar. Bu araştırmaları sırasında herkesin farklı bir Selim' den bahsettiğini görür. Artık Turgut Özben, herkese farklı yüzünü gösteren Selim' i, anlatılanları birleştirerek ve günlüğünden okuyarak tekrar keşfetmeye çalışacaktır.

Altıyüz küsür sayfalık romanın olay örgüsü yok denecek kadar az. Bunun yanında iç hesaplaşmalar, çağrışımlar ve çözümlemelerle dolu. İlk sayfalarda insanı gülümsetirken sonlarda hüzünlendiren bir anlatım.  

Kitap yayımlandığı tarihlerde, dönemin en prestijli ödülü olan TRT roman ödülünü kazanmış.

Ve benim ilk kez bu romanda karşılaştığım ancak daha önce dünya edebiyatında James Joyce' ün ulysses eserinde de örneği olan noktalama işaretsiz bir bölüm. 75 sayfa boyunca noktasız ve virgülsüz bir metin okuyorsunuz. Duygu yoğunluğu yaşayan birinin bir çırpıda içini boşaltması gibi...
seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak ve küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım ve kalemi iğne uçlu mürekkepli kalemi ve resim kağıdını alarak kırlara açıldım ve eskiden kurşunkalemle çalıştığım zamanlardan yani tarihlerden önce çizgilerimdeki kararsızlık yüzünden kağıdı sonsuz çizgilerle silip tekrar çizdiğim çizgilerle silgi izleriyle kararttığım halde doğrudan doğruya çini mürekkeple çalışmaya başladım hiç silmeden seçtiğim ağaçları evleri gökyüzünü yolları otları hele bu kadar ilgi çekici olduklarını ve büyük bir sevgiyle çizilebileceğini düşünmediğim otları ve toprağı yeni bir gözle daha doğrusu ilk defa çizebileceğimi hissettiğim bir gözle görmeye başladım ve ilk anda ışık ve gölge meselelerini hallettiğim söylenemezse de duyuş bakımından ve her şeyi sanki onların arasındaki gizli ilişkiyi sezmişçesine sürekli bağlantılarla yerleştirme bakımından kağıda geçirmeyi becerdiğim söylenebilirdi ve bunu sevginin bana kazandırdığı üçüncü göz olarak adlandırdığımı ifade ettiğim zaman bana kızmış ve alay ettiğimi senin duygularını hafife aldığım için uydurduğumu söylemiştin oysa bendeki tutukluğun senin yanında nasıl azaldığını bilsen evet senin yanında korkularımı benim dışımda var olan ve her zaman benden gizlenen şeyler karşı duyduğum korkuları onların yabancı ve düşmanca bir inatla bana sırlarını vermemelerinden duyduğum belirsiz sıkıntıları unuttuğum doğrudur derdi
şeklinde devam eder.

Bence roman ölmeden önce okunması gereken kitaplar listesinde de olmalı.

Sevgiyle kalın.

Roman bir trende başlar. Turgut Özben trende tanıştığı bir gazeteciye, ilgili kişilerden onay aldıktan sonra yayımlaması için elindeki...

Blog Sözlük Kitap Etkinliği


Blogumun sağ tarafında da görüldüğü üzere bir süredir blog sözlükte yazarlık yapmaktayım. Aslında sözlük ve yazarlık kısmını da tam olarak anlayabilmiş değilim. Gözlemlediğim kadarıyla olay şu. Birileri bir konu belirleyerek başlık açıyor ve diğerleri de o konuya yorum bırakıyor ama forum gibi değil. 

Benim iki aylık deneyimimle sözlük yazarlığına bakış açımdan da bahsedeyim isterseniz. Aklıma bir şeyler geliyor. Dur diyorum, bu konuda insanları ampul gibi hatta ne ampulu devir değişti artık, florasan lamba gibi aydınlatmalıyım düşüncesiyle patlatıyorum başlığı. Bazen de bir başlık görüyorum, haa bak bu başlık benden sorulur çekilin bakayım kenara edasıyla yazıveriyorum yorumumu. Tabi benim bu tavrımdan diğer sözlük yazarları ne kadar haberdar ya da ne kadar umurlarında bilemiyorum ama olsun. Beni gelecek nesiller anlayacak azizim.

İşin şakası bir yana, sözlükte gezinirken yorumunda kalite sezinlediğim hemen herkesin profilini ziyaret edip blogunu buluyorum. Öyle kaliteli bloglar var ki, blog dünyasında büyümek isteyenin ufkunu açacak türde. Sonra kitap okuma grupları var. Belirledikleri kitabı belirli bir sürede okuyup yorumluyorlar. Ve ilki gerçekleşen kitap inceleme ve tanıtım etkinliği

Katıldığım etkinlikte Barış TUNA' nın Cennette Uzun Bir Kış kitabı yazarından adıma imzalı olarak ve blog sözlük kitap ayracıyla gönderilmiş. Mutlu oldum. blog sözlüğe bu etkinlikten, Barış TUNA'ya da samimi yazısı ve imzasından dolayı teşekkür ediyorum.

Son söz olarak; blog sözlük yazar alımları artık referansla oluyor ve her sözlük yazarının bir kişiyi davet etme hakkı var. Aslında ben bu hakkımı kullanmıştım ama yeni bir hak daha vermişler. Şöyle bir bakının, severseniz üyelik konusunda yardımcı olmaya çalışırım. Talep çok olursa yeni davetiye de isteriz, nolcak sanki :)

Sevgiyle kalın.

Blogumun sağ tarafında da görüldüğü üzere bir süredir blog sözlükte yazarlık yapmaktayım. Aslında sözlük ve yazarlık kısmını da tam ola...

Marilyn: Venüsün Son Gecesi - Nazlı Eray


Daha önce kendini bu kadar tekrar eden bir roman daha okumamıştım. Belki de yazımın sonunda varmam gereken yargımı karadenizli gibi en başta söylememi yadırgamış olabilirsiniz. Ama bu yazıyı sonuna kadar okumayı başarırsanız beni anlayışla karşılayacağınızdan eminim.

Konumuz şöyle. 1960 ların yıldızı Marilyn Monreo 1962 yılının 4 Ağustosu 5 Ağustosa bağlayan gecesi, Los Angeles' deki Beşinci Helena Çıkmazı 12305 numaralı evinde ölür. Olay bir kaç gün içerisinde intihar olarak kayıtlara geçirilerek kapatılır. Ancak Marilyn Monreo sıradan bir yıldız değildir. Dönemin ABD başkanı J.F. Kennedy ve kardeşi aynı zamanda dönemin Adalet Bakanı olan Robert Kennedy ile ilişki yaşamaktadır. Yaşadıklarını da kırmızı kaplı günlüğüne yazmaktadır.   Olay yerine ilk giden deneyimli çavuş Clemmons' un ilk izlenimi olayın cinayet olduğu yönündedir. Çavuş olay yerine vardığında cesedin başında Marilyn Monreo' nun iki özel doktoru da bulunmaktadır ve ceset katılaşmıştır. Bu da ölüm olayının 4-5 saat kadar önce gerçekleştiğini, dolayısıyla polise geç haber verildiğini göstermektedir. Ayrıca Marilyn' in yardımcısı Murrey evin içinde sürekli temizlik yapmakta ve çamaşır makinesinde bir şeyler yıkamaktadır. Otopsisini yapan doktor' da açıklamalarında, intihar olayının hap içerek gerçekleşmesinin mümkün olmadığını, bu kadar hap içen birinin midesinde kapsül jelatini bulunması gerektiğini, ilacın şırınga ile verilmesi durumunda da kişinin ölümünün ani gerçekleşeceğini ama karaciğerde tahribat olmasının bu ihtimali de ortadan kaldırdığını, çeşitli organlardan aldığı parçaları incelenmek üzere patolojiye gönderdiğini ancak bu parçaların kaybolduğunu belirtir. 

J.F Kennedy' nin ölümü de muammadır. Dallast' da üstü açık arabayla halkı selamlarken 4-5 el silah sesinden sonra başından vurularak öldürülür. O günün silah teknolojisiyle 5 saniye içinde bir kişinin bu suikastı gerçekleştiremeyeceği öngörülmesine rağmen kısa bir süre sonra Lee Harvay Oswald isimli biri tutuklanır. Bu şahıs masum olduğunu söylemesine rağmen iki gün sonra daha mahkemeye çıkmadan onlarca FBI ajanı arasındayken Jack Rubby isimli biri tarafından öldürülür. Daha sonra olayı FBI ile birlikte araştıran Warren komisyonu Kennedy' i Lee Harvay Oswald' ın öldürdüğüne karar verir. J.F Kennedy' nin cesedinin de aynı tarihlerde başından vurularak öldürülen polis memuru Tippit' in cesediyle değiştirildiğine yönünde şüpheler var. Tabi ki J.F.Kennedy' i öldüren mermilerin hiç bir zaman bulunamadığını da eklemeye gerek yok sanırım.

Polis Memuru Tippit ile J.F.Kenedy benzerliği

Bir süre sonra da başkanlık yarışının güçlü adaylarından Robert Kennedy' de Los Angeles' de bulunan Ambassador otelde suikastle öldürülür.  

   
Vurulma anından hemen sonra Robert F. Kennedy
Yazarımızın ele aldığı hikayemiz özetle yukarıda anlatıldığı gibi. O dönemi yaşayanlar ve meraklıları için nefes kesen, bilinmezlerle dolu olaylar örgüsü...

Romanda ise bize olayları Marilyn Monreo hayranı bir bayan anlatıyor. Anlatıcı hakkında başka da bir şey bilmiyoruz. Bir gece evinde tv izlerken canlı yayımlanan -yazar burada isim vermiyor ama bariz belli- Seba Tümer'in programında Marilyn Monreo' yu görüyor. Marilyn o dönemde yaşadıklarını kısaca anlatıyor ama kendi ölümü hakkında açıklamada bulunmuyor. Sonra aynı şekilde o dönemde yaşamış Marilyn'in yardımcısı Murrey, dahiliye doktoru, psikologu,  J.F.Kennedy, Robert Kennedy, Çavuş Clemmons, otopsisini yapan doktor, olayı araştıran savcı teker teker canlı yayına çıkarak o dönemde yaşadıklarını anlatıyor. Sonra aynı kişileri yazarımız yine isim vermiyor ama Okan Bayülgen' in programında olayları aynen anlatırken tekrar okuyoruz. Sonra anlatıcımız tesadüfen Ankara' da ivedik caddesi 7 numarada oturan, Marilyn Monreo ya tıpa tıp benzeyen ve Ulus'da bir gazinoda şarkıcılık yapan Meryem le tanışır. Meryem' in yardımcısı Huriye hanımda Marilyn Monreo nun yardımcısı Murrey' e tıpa tıp benzemektedir. Anlatıcının izleyemediği ama Meryem' in izlediği bir sabah programında da aynı konular işlenmektedir. Bir kez de Meryem' den dinliyoruz yaşananları. Daha bitmedi. Ankara' daki Kennedy caddesinin köşesindeki Kennedy takside çalışan şoför İsmail var. O da anlatıcımızdan aldığı kitapları okuyarak o dönemi hem öğreniyor hem de yorumluyor. Bu sırada bizde aynı şeyleri tekrar okuyoruz. Biraz sabır, daha bitmedi. Anlatıcımız bir sahaftan o dönemin magazin dergilerini alırken, dergileri sahafa satan ve ismin saklayan adamla Çukurambar'daki Seni Seviyorum pastanesinde buluşurlar ve bir kezde orada konuşurlar. Sonra bir gün Çavuş Clemmons bir intihar olayı için İvedik Ceddesi 7 numaraya gelmesi gerektiği yönünde ihbar telefonu aldığını söyleyerek çıkageliyor. O geceyi bir kezde canlı olarak yaşıyoruz.

Romanın başında konu çok güzel, bakalım yolculuğumuz nereye gidiyor beklentisiyle okumaya başladım kitapta dönüp dönüp aynı şeyleri okudum. İçim şişti yemin ediyorum. Üstelik bir sonuca da varamıyoruz. Hele kitabın sonundan bahsetmiyorum bile, okumak isteyene sürpriz olsun.

Son olarak bu kitabı iş yerimden bir arkadaşım yazarından adına imzalı almış. İki haftadır da kitabın 50. sayfasında. Şimdi her gördüğümde kitap nasıl gidiyor diye sormayı planlıyorum :))

Yazıyı buraya kadar okuyan sevgili okur, sabrından dolayı seni tebrik ediyorum. Sevgiyle kalın.

Daha önce kendini bu kadar tekrar eden bir roman daha okumamıştım. Belki de yazımın sonunda varmam gereken yargımı karadenizli gibi en...

İçimizdeki Şeytan - Sebahattin Ali


Sabahattin Ali' nin Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu Madonna' sından sonra okuduğum üçüncü kitabı. Şimdi çok daha iyi anlıyorum ki Sabahattin Ali anlatmak istediğini hikaye kurgusundan ziyade, karakterlerin iç sesleriyle okuyucusuna aktarmayı tercih ediyor. Okuduğum her üç romanda da dikkatimi çeken bir konudur bu. Roman karakterlerini o kadar güzel betimliyor ve iç seslerini okuyucusuna o kadar iyi aktarıyor ki karakteri görseniz tanıyıverecekmişsiniz gibi geliyor. Size saçma gelen bir davranış karakterin iç sesiyle bütünleşince 'seni çok iyi anlıyorum arkadaşım' duygusuna dönüşüveriyor. Bu durum zaman zaman hikayeden uzaklaşmanıza neden olsa da sizi çok farklı konularda düşünmeye sevk ediyor. Mesela bir sayfada okuduğunuz Ömer' in Macide' ye aşkını ilan ederken kurduğu cümle üzerinde olduğu kadar başka bir sayfada okuduğunuz Nihat' ın edebiyat çevreleriyle ilgili verdiği söyleve de şaşıracaksınız. 

Biraz da romandan bahsedelim isterseniz. Ömer, Macide ve Bedri öğretmen arasında geçen aşk üçgeni anlatılır. Ömer, özellikle arkadaş çevresine hayır diyemeyen, vurdumduymaz biriyken, aniden gelişen Macide evliliğinden sonra sorumluluklarının altında ezilir. Memur olmasına rağmen maddi zorluklarla boğuşur ve bu sorunu çözmeyi başaramaz. Hayır diyemeyen, baskılara dayanamayan insanın kapana kısılmışlığını en iyi anlatan karakterdir. Macide ise Balıkesirli güzel bir kızdır.  Lise öğretmeni Bedri' den özel müzik dersi alırken aralarında yakınlaşma olmuştur. Sonraları Teyzesinin şehirde daha elit bir koca bulma vaadiyle ailesini ikna etmesi sonucu İstanbul' a gelir. Bura da konservatuvar eğitimine devam eder. Yanında kaldığı ailenin baskısına dayanamaz ve bir gece sevgilisi Ömer'in pansiyonuna taşınır. Artık karı-koca olmuşlardır. Kısa bir süre sonra hem Ömer hem de Macide ayrı dünyaların insanları olduklarını anlayacaklardır. Bedri ise öğrencisi Macide' ye karşı gizliden bir aşk beslemekte ama bunu kendine yakıştıramamaktadır. İstanbul'da tekrar karşılaştığında içindeki köz yeniden alevlenir.

Romanın büyük bölümü iç ses ve iç hesaplaşma şeklinde geçmekte, altı çizilecek bir çok tespit ve güzel cümle bulunmaktadır.  Sabahattin Ali' nin okuduğum tüm romanları gibi İçimizdeki Şeytan' ı da etkileyici ve unutulmayacaklardan. 

Son söz olarak kötülüklerimizi içimizdeki şeytana yükleyerek kendimizi temize çıkarmayalım diyor Sabahattin Ali. Sizce de öyle değil mi...  


Sabahattin Ali' nin Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu Madonna ' sından sonra okuduğum üçüncü kitabı. Şimdi çok daha iyi anlıyo...

Piruze - Sinan Akyüz


Aslında gündeme uygun olarak Sinan Akyüz' ün Piruze'siyle Sezen Aksu' nun Firuze' sini harmanlayıp ortaya karışık bir edebiyat parçalamak lazım. Bu aralar böyle bir yazı iyi tutar. Gündemden haberdar olmayanlar ve gelecekte hasbel kader bu yazıya yolu düşecekler için kısa bir dip not düşelim. Bu günlerde magazin programının birinde, Sebahattin Ali' nin Kürk Mantolu Madonna' sındaki Madonna' nın 90 lı yılların ünlü şarkıcı Madonna'sı zanneden yaşını başını almış bir yorumcu ortalığı karıştırdı. Edebiyat dünyası kadıncağızı cahil olmakla suçlarken, bana kalırsa gündüz kuşağı programlarının seviyesizliğinden de dem vuruyor. Ama kardeşim ülkemizde de öyle bir linç kültürü var ki, hata yapmaya gör. Allah düşürmesin.

Neyse sevgili bayanlar, bu yazı sizin için.  

Aman ha erkeklere güvenmeyin. Biriyle bir şekilde karşılaşırsınız ve o bakışlara içiniz erir ya, inanmayın. Büyülü sevgi sözcükleri, bir anda gelen Ferhat' laşmalar, sizin için Roma' yı yakmalar, hepsi ama hepsi elde edene kadar. Evlendikten sonra da el ele tutuşalım, dizine yatayım saçımı kadife okşar gibi okşasın, içimdeki boşluğun kendisi olduğunu fark etsin dersiniz, sizi dizilere fazla kapılmakla suçlar. Sonrasında onun için saçınızı süpürge edersiniz, yemesiyle, içmesiyle, giyinmesiyle ilgilenir, el üstünde tutarsınız ama o kıymet bilmemeye başlar. Sanki kadının asıl işi yemek yapmak, bulaşık yıkamak, ütü yapmak, çocuk bakmak. Ben de bir işin ucundan tutayım demez hiç bir zaman. Yavrunuz olur -Allah Bağışlasın- ilginiz biraz çocuğa kayar ya onun da gözü hemen dışarı. Hep taze peşindedir.  Doğu kültürü batı kültürü filanda fark etmiyor, hepsi aynı. Birinde dört kadın alma varsa diğerinde metres var.  Bir de kadını dövmeyi erkeklik zannedenler var ki, onları tanımlamaya kelime hazinemdeki küfürler yetmiyor.

Sizinde çok iyi bildiğiniz gibi  bu konuda sayfalar dolusu yazılabilir ama eskilerin tabiriyle malumun tekrarı olacak. Hiç gerek yok. 

Bugüne kadar sizi bir tek ben anlarım sanıyordum ama Sinan Akyüz' de çok güzel anlatmış. Romanında babası diplomat olan Piruze' nin yaşadıklarını anlatıyor. 1980 li yıllarda geçiyor. Kadıncağız Şam' dan  ve bir zamanlar çok sevdiği adamdan kaçabilmek, çocuklarına kavuşabilmek için neler çekiyor bilseniz. Hüzün dolu bir hikaye, okumanızı tavsiye ederim.

Kitap ve sevgiyle kalın...

Aslında gündeme uygun olarak Sinan Akyüz' ün Piruze'siyle Sezen Aksu' nun Firuze' sini harmanlayıp ortaya karışık bir ...

Satılık Ruh - Yuzarsif



Elimdeki kitap 2014 basımı, gerçi başka basımı var mı onu da bilmiyorum ama. İlk dikkat çeken özelliği kitabın baş kısmına yerleştirilen ve üç satırdan oluşan, Türkiye' nin en genç gerilim yazarı olduğunu iddia eden yazar hakkında kısmı. Acaba hiç başlamasam mı duygusuyla okumaya başlarken beklentiyi de oldukça düşürüyorsunuz.

Yazar Türk okuyucusunu nereden vuracağını çok iyi analiz etmiş aslında. Millet olarak bize zombi hikayeleri sökmez, çünkü biz gözümüzün gördüğü ve dokunabildiğimiz hiç bir şeyden korkmayız. Ama ya 'cinler' öylemi. Sakın ha bir daha adını anma geliverirler, başımıza musallat olurlar duygusuyla bile hep 'üç harfliler' diye bahsetmiyormuyuz? 

Hikayemiz Eymen' in her gece üst üste, yağmurlu bir gecede, peşindeki köpekli kişilerden kaçarken nefes nefese kaldığı ve cebinde anahtarı bulunan, içerisi pis kokan, harabe haldeki bir evde kıstırılmasıyla yarıda kalan ve çığlık atarak uyanmasına neden olan kabusla başlar. Eymen' in eşi Sena ve çocuğu Gamze bu durumdan rahatsız olur ve psikiyatriste gitme tavsiyesinde bulunurlar. Ama Eymen rüyasını araştırdığında bunun büyük şeytan' ın işi olduğuna karar verir ve konuyu en yakın arkadaşı Fahriye açar. Beraber Konya' nın kenar mahallelerinden birinde, bu işlerle ilgilenen Abdullah hoca' ya giderler. Eymen kendisine büyü yapıldığını anlatırken Abdullah hoca içindeki cini çıkarmaktan bahseder. Cin çıkarma seansı sırasında hocayı bile hayrete düşüren büyüklükte varlıklar görünür ve odanın içinde sert rüzgarlar esmeye başlar. Fahri birden belindeki silahı çıkarır ve Abdullah hocayı öldürür, bunu gören Eymen' silahın kabzasıyla bayıltır ve kaçmaya çalışan hocanın eşini de öldürür. Daha sonra Eymen' i alarak bilinmeyen bir merkeze götürür. Burada psikolog Ercan Öztürk' le konuşmaya başlar. Ercan Öztürk kendisine Ayarcı olarak hitap edildiğini, Fahri olarak bildiği kişinin Farfan olduğunu ve insanları iyiliği için çalıştıklarını, kendisininde seçilmiş insan olduğundan bahseder ve on seanslık eğitime tabi tutar.  

Hikayemiz bazı bölümlerindeyse geçmişe, Eymen olarak bilinen kişinin Hasan olan çocukluğuna ve Sadullah hoca ile yaşadıklarına gidiyor. Hikayenin genelinde tempo neredeyse hiç düşmüyor. Eymen' in yer yer yaptığı kaba çıkışlarda okuru gülümsetmeyi başarıyor. 

Çok fazla gizem beklemeden okunursa okuyucusunu doyurabileceğini düşünüyorum. Cin deyince içi ürperenlerden değilseniz ve gerilimi seviyorsanız okuyun.

Sevgiyle kalın...    

Elimdeki kitap 2014 basımı, gerçi başka basımı var mı onu da bilmiyorum ama. İlk dikkat çeken özelliği kitabın baş kısmına yerleştir...

Bir Kabusun Anatomisi - V. M. Giambanco



Bu aralar polisiyelerden devam ediyorum. Bazen zorlansam, olaylar döngüsü önceki kitapları çağrıştırsa da, pes etmek yok. Hazır bol bol kitap okuma fırsatı bulmuşken, gürül gürül okumaya devam.

Bir Kabusun Anatomisi bu güne kadar okuduğum yabancı polisiyelerin içinde en çok beğendiğim kitap oldu. Olayların ilerleyişinde, kurgusunda ve neden- sonuç bağlantısında okuru doyurmayı başarıyor. Yeni cinayetler ve çözüm döngüsü sırasında yaşanan şanssızlıklar, gazeteler, toplumun ve hakimin dedektifler üzerinde oluşturduğu baskı çok iyi yansıtılmış. İşlenen cinayette delillerin gösterdiği ve dedektiflerin peşine düştüğü ilk şüphelinin kendini aklamak ve cinayeti çözmek için yaptığı girişimler ise okuru romanın içine çekerken yeni şüpheli aramasına neden oluyor.

Roman bir avukata 'on üç gün' yazılı tehdit mektubunun gelmesiyle başlıyor. Avukatın umursamadığı bu tehdit hayatını kaybetmesine neden olur. Eşi, iki çocuğu başlarına birer kurşun sıkılmış ve kendisi de kloroform koklatılarak öldürülür. Ailenin tüm bireyleri evin yatak odasındaki yatakta ölü olarak bulunur. Cinayet masasına yeni atanan dedektif Alice ile tecrübeli dedektif Brown bu cinayet soruşturmasında görevlendirilir. Dedektiflerimizin ilk değerlendirmesine göre avukatımıza eşinin ve çocuklarının ölümü izlettirilerek acı çektirilmiş, sonra kendisi öldürülmüş, alınlarına kendi kanlarıyla çizilen haç işaretiyle de bir mesaj verilmiştir. Mutfakta bulunan bardak üzerinde de bölgenin zenginlerinden birinin parmak izi bulunmuştur ve ilk şüphelide o dur. Ancak ertesi gün gazetede olay yeri fotoğrafı ile polisin ne düşündüğü ve tüm olay bilgisi paylaşılacaktır. Bunun üzerine Bireysel Sorumluluk Ofisi de dedektiflerimizden şüphelenerek incelemeye alacaktır.

Polisiye sevenlerin romanı severek okuyacağını düşündüğüm için daha fazla spoiler vermek ve roman karakterlerinin isimlerinden bahsetmek istemedim. 

Okunmasını tavsiye ettiğim kitaplar arasındadır.

Sevgiyle kalın...    

Bu aralar polisiyelerden devam ediyorum. Bazen zorlansam, olaylar döngüsü önceki kitapları çağrıştırsa da, pes etmek yok. Hazır bol ...

Hipnoz - Brian Freeman



Kitabı iş yerimde terk edilmiş, sahipsiz bırakılmış ve boynu bükük kitaplar arasında buldum. Arka kapak yazısına göz attıktan sonra da kitapçı raflarında gördüğüm bu kitabı okumaya başladım.

Roman 16 yaşındaki Catalina' nın -romanın genelinde ismi Cat olarak kısaltılıyor- bir gece ansızın perişan bir halde dedektif Jonathan Stride' nin evine gelmesiyle başlıyor. Cat daha 16 yaşındadır, fahişelik yapmaktadır, hamiledir ve peşine düşen birinin kendisini öldürmeye çalıştığını sayıklamaktadır.  Dedektif Stride olayı çözmeye çalışırken Cat' in yıllar öncesinde kendisine aşık olan ve kocası tarafından öldürülen bir kadının kızı olduğunu öğrenir. Stride daha önce söz verdiği halde koruyamadığı kadının kızını korumak için çetin bir mücadeleye girecektir. Dedektif Stride' nin aşk hayatı da oldukça karışık ve hızlıdır.

Romanı bitirdikten sonra Jonathan Stride serisinin 'Ahlaksız' dan sonra gelen ikinci kitabı olduğunu öğrendim. Ama kitaba başladığınızda bir serinin devamını okuyormuşsunuz hissine kapılmıyorsunuz. Bir cinayeti çözmeye çalışırken yeni cinayetler işleniyor ve tüm bunları aydınlatmak için yıllar önce işlenen ve yanlış çözülen cinayeti yeniden çözmeye çalışıyorsunuz. Romanın sonunda bulduğumuz katil yine tahminleri zorlayacak biri çıkıyor ama roman bitmiyor.

Zor olduğunu söyleyemem ancak özellikle kitabın ortalarında, gizem konusu biraz fazla zorlandığından olsa gerek her şey iç içe girmeye başlıyor. Bu bölüm dışında akıcı.

Hepinize bol kitaplı günler...

Kitabı iş yerimde terk edilmiş, sahipsiz bırakılmış ve boynu bükük kitaplar arasında buldum. Arka kapak yazısına göz attıktan sonra ...

En Çok Beğendiğim 15 Kitap - Mim



Kitap Güneşim tarafından 'En çok beğendiğim 15 kitap' konulu etkinlikte mimlenmişim. Kendisine teşekkür ediyorum. 

Takip ettiğim bir kaç blogun daha bu etkinliğe katıldığını ve çok güzel listeler çıkardıklarını gördüm. Bu nedenle konuyu seçen ve başlatan arkadaş her kimse tebrik ediyorum.  Çünkü popüler kültürün bize dayattığı kitaplar yerine samimi blog yazarlarının tavsiyeleri her zaman daha öndedir. Son olarak belirlediğim listede sıralama olmadığını bilmenizi isterim.

   * Kumral Ada Mavi Tuna - Buket Uzuner
   * Memleketin Birinde - Aziz Nesin
   * Ben Robot - Isaac Asimov
   * Kürk Mantolu Madonna - Sebahattin Ali
   * Kazancı Yokuşu - Ferhan Şensoy
   * Hayvan Çiftliği - George Orwell
   * Beyoğlu Rapsodisi - Ahmet Ümit
   * 1984 - George Orwell
   * Don Kişot - Miguel de Cervantes
   * Kazım Karabekir Anlatıyor - Uğur Mumcu
   * Hayatın Anlamı - Tolstoy
   * Bin Muhteşem Güneş - Halit Hüseyni
   * Aşkın Gözyaşları - Sinan Yağmur
   * Şah ve Sultan İskender Pala
   * Dönüşüm - Franz Kafka

Bende kabul ederse listesini merak ettiğim Senden Benden Bizden i davet ediyorum.

Kitap Güneşim tarafından ' En çok beğendiğim 15 kitap' konulu etkinlikte mimlenmişim. Kendisine teşekkür ediyorum.  Taki...

Nietzsche Ağladığında - Irvin D. Yalom



Tarihte yer alan bir çok ünlü felsefecinin yan karakter olarak yer aldığı ve Nietzsche' nin özellikle de ümitsizlik üzerine düşüncelerinin anlatıldığı güzel bir roman Nietzsche Ağladığında. Yazar romanın sonunda, kurgusunun bazı bölümlerini karakterlerin gerçek hayatlarından ve mektuplarından alıntılandığını, bazı bölümlerini ise kendi hayal gücüne dayandırdığını belirten bir açıklama yapmış. O döneme ışık tutan ve karakterleri daha iyi anlamamı sağlayan güzel bir açıklamaydı.

Kurgu bir çok fesefik romanda olduğu gibi iki kişinin arasında geçen konuşmalardan oluşuyor. Özetle şöyle; Baş döndürücü güzelliğe sahip Salomone, dönemin ünlü doktorlarından Breuer' in yanına gelerek kendisine aşık olan Nietzsche' nin intihar etmek üzere olduğunu ve Alman felsefesinin geleceğinin tehlikede olduğunu söyleyerek onun adına yardım istiyor. Breuer dillere destan güzellikteki Salomone' yi tekrar görebilmek için Nietzsche' yi sanki fiziki hastalıklarını tedavi edecekmiş gibi yaparak psikolojik rahatsızlığına müdahale etmeyi kabul ediyor. Nietzsche ise fazla tanınmamış ve çok az kişi tarafından bilinen iki kitabı yayımlanmış ünsüz bir filozoftur. Kendisini yaşadığı dönemde anlaşılamayan ve çalışmaları gelecekte anlaşılacak bir filozof olarak tanımlamaktadır. Nietzsche' de Dr Breuer' in psikolojik tedavisini üslenme karşılığında muayene olmayı kabul ediyor. Bundan sonra ise roman Dr. Breuer ile Nietzsche' nin karşılıklı kurdukları doktor - hasta ilişkisi şeklinde geçen psikoanalitik diyaloglarla devam ediyor.

Dr Breuer bu görüşmelerin ilk seanslarında kendi sorunlarını, psikolojik desteği reddeden ve kalın duvarlar ören Nietzsche' yi çözebilmek için onun sorunlarına yaklaştıran bir kurgusallıkla anlatmaya başlıyor. Ancak zamanla hastasının etkisinde kalarak kendi hayatıyla ilgili zihninde köklü değişiklikler yaşamaya başlıyor. Bu kafa karışıklığı o güne kadar kurduğu dünyasını yani eşini, işini, çocuklarını ve çevresini özetle tüm hayatını alt üst etmek üzeredir. Aynı şekilde Nietzsche' de Dr Breuer' in çözümlerini ve huzura kavuşma hikayesini kendi zihninde uygulamaya çabalarına girmektedir.

Her iki doktorda yaptıkları seanslardan sonra o seansla ilgili tespitlerini yazıyor. Bölümün sonunda okuduğum bu tespitlerin, bölümü okurken yaptığım çıkarımlardan farklı olduğunu, tarafların karşılıklı olarak birbirlerinin söylediklerinden çok, bilinç altlarıyla ilgili tespitleri, samimiyetleri ve itirafları etkileyiciydi.

Romanda temel konu ümitsizlik olsa da evlilik, aşk, özgürlük, kader, inanç, mutluluk ve irade gibi kavramlar hakkında yapılan tespitlerle neden yaşadığımızın -varoluşumuzun- anlamlandırılmasını okuyoruz.

Kitabını emanet aldığım arkadaşım okurken neredeyse her sayfada bir kaç satırın altını çizmiş. Benim böyle bir alışkanlığım yok ama siz okuduğunuz kitapta beğendiğiniz cümleleri çizen ya da bir yere yazan biriyseniz elinizde uzun bir liste olacak demektir.

Son bir kaç söz olarak, kitap fikir değiştiren kitaplar listesindeymiş. Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere gibi bir de iddialı sloganı var. Bir de size sıkıntı veren her neyse onu tüm çıplaklığıyla birilerine anlatırsanız rahatlar hatta o sıkıntıdan kurtuluyormuşsunuz. Sonuçta utanç insanı öldürmüyormuş...

Keyifle okuyun...     

Tarihte yer alan bir çok ünlü felsefecinin yan karakter olarak yer aldığı ve Nietzsche' nin özellikle de ümitsizlik üzerine düşünce...

Lontano - Jean-Christophe Grange

Çok fazla polisiye okuyan biri değilimdir ancak gerilim konusunda ilginç tavsiyelerde bulunan Mayıs Yağmuru' nun blogundaki tavsiyesi üzerine okuma listeme aldım ve  ilk Grange romanımı okumaya başladım.



Her şeyden önce zor, dikkat isteyen ve fazlasıyla yerel öğeler içeren bir kitap Lontano. Bu durum fransız okur için sorun olmayabilir ama benim gibi fransız kültürüne fransız biri için zorlayıcı oldu. Bunun yanında kara büyüler, sadomazoşizim, fetişzm gibi sıradan insanlardan uzak sapkınlıkların cinayetlerle ilişkilendirilmesini anlamlandıramadım. Yani cinayetler intikam ya da hedef göstermek için mi yoksa ritüel gereği mi işleniyor, kafamda oturtamadım. Özellikle ilk iki yüz sayfaya kadar bir dağın yamacına tırmanma hissiyle yavaş ve dikkatli ilerlemek zorundasınız.  Ancak zor kısmı atlattıktan sonra akıntıya kapılıp gidiyorsunuz. İşte bu kısma geldiğimde Mayıs' ın 'katili tahmin etmeye çalışmayın bulamazsınız' tespitine inat, katilin kim olacağı konusundaki iddiamı iki kişi üzerine oynadım. Sonuç tabi ki hüsran.

Hikaye Kongo- Belçika ve Fransa üçgeninde geçiyor. Olaylar bir askeri üste no limit uygulaması sırasında öldürülen askeri öğrencinin soruşturmasıyla başlıyor.  Eski bir dedektif olana Gregoire Morvan kendi gibi dedektif olan oğlu Erwan Morvan'ı bu cinayeti soruşturması için görevlendiriyor. ilk cinayetten sonra Morvan ailesi ile ilişkili olabilecek kişiler, kırk yıl önce ölen ve çivili katil olarak bilinen seri katilin yöntemi kullanılarak öldürülmeye başlanıyor.

Romanda her şeye rağmen bir yarım kalmışlık hissi var.  Muhtemelen bu durum serinin devamı şeklinde çıkan ve Fransa' da yayımlanan ancak henüz çevirisi yapılmamış 'Congo Requiem' de giderilecektir. Yine de kurgudaki takıldığım noktaları sizinle paylaşmak istiyorum. Eğer romanı okumayı düşünüyorsanız sürprizi bozabilir.

- Spoiler İçerir-

Ben katilin baba Gregoria Morvan ya da dedektif olan oğlu Ervan Morvan çıkacağı öngörüsünde bulunmuştum. Aslında yazarın okuru bilinçli olarak bu yöne kanalize ettiği dikkatli okurun gözünden kaçmayacaktır. Bunun yanında okur tüm cinayetleri Ervan Morvan' ın bakış açısıyla okumaktadır. Elbette komiser Morvan işinde başarılı ve olayları her yönüyle analiz edebilmekte ve en küçük ihtimali bile değerlendirmektedir. Ancak Morvan kişileri yeterli düzeyde analiz edememekte ve bağlantılarını çözememektedir. Bu nedenle yeni çivili katilin soruşturmada kendisine yardımcı olarak görevlendirilen bir polis çıkması, Krispo lakaplı, Philippe Kriesleri yeterince tanımayan, romana figüran oyuncu tavrıyla katılan yardımcı polisin tahmin edilmesi elbette mümkün değildir. Yine de katil krispo çıksa bile baba Morvan' ın özellikle de 40 yıl önceki cinayetlerle ilişkili olduğu yönünde bir yönlendirme var.

Bunun yanında katil krispo' nun amacı tam olarak anlaşılamıyor. Çivili katil tarafından yetiştirilen ya da etkisinde kalan krispo, eğer Morvan ailesinden intikam almak istiyorsa neden sürekli yanında bulunduğu Ervam Morvan' ı öldürme girişiminde bulunmuyor? Hatta kurbanlarının iç organlarını boşaltıp, içlerine çivi dolduracak kadar ritüel tutkunu bir katil ilk kurbanını nasıl rastgele seçiyor?   Üstelik bu cinayet için askeri bir üst seçiliyor.

Borsacı kardeş Leo ile film yıldızı olmak ve para kazanmak için kendisine fetişzm derecesinde cinsel sapkınlık yapılmasına izin veren Gaille' nin ise romandaki yerini oturtamadım. Leo babasının yönlendirmesiyle, afrikadaki maden şirketleri üzerinden hisse senedi alım-satım yoluyla Morvan hanedanlığı kurmaya çalışıyor. Gaille ise kendi ailesine zarar vermeye çalışan bir iç hastalık gibi. İki kardeşle ilgili bölümleri okurken Morvan ailesinin karşısında organize olmuş bir güç varmış hissine kapılırken katil tek kişi çıkıyor.

Aklımda deli sorular...

Sonuç olarak pişman değilim. Tavsiye edene teşekkür ediyorum ve bende size tavsiye ediyorum.

Gürül gürül kitap okuyun...   

Çok fazla polisiye okuyan biri değilimdir ancak gerilim konusunda ilginç tavsiyelerde bulunan Mayıs Yağmuru ' nun blogundaki tavsiyesi ...