Operasyon // Selman Kayabaşı

Operasyon Selman Kayabaşı

Operasyon, yazarın daha önce beklentimi yüksek tutarak okuduğum , büyük hayal kırıklığı yaşadığım Hanedan kitabından sonraki  ikinci kitabı. Haliyle isteksiz başladım ve beklenti sıfırın altındaydı. Ama beklediğim gibi olmadı.Hem yakın tarihimizi anlatmasından hemde kitapta geçen isimler hakkında az biraz bilgi sahibi olmamdan olsa gerek kitap bir gecede bitti.

Aynı yazarın birden çok kitabını okuyunca yazarla ister istemez özdeşleşiyor insan. Olaylara yaklaşım tarzı ve düşünce yapısı hakkında kabaca bilgi sahibi olunuyor. Kitapta yazarın ne anlatmak istediğini, şahısları ve olayları nasıl irdelediğini daha iyi anlar hale geliyorsunuz. Yazının sonunda yazarın bakış açısına tekrar dönelim...

Operasyon kitabından bahsetmeden önce, Hanedan a göre en az 3-4 gömlek daha üstün ve derli toplu olduğunu belirtmeliyim. Yazar yine sık sık uzak ve yakın geçmişe gel gitler yapsa da ağırlıklı olarak Abdullah Çatlı ve Muhsin Yazıcıoğlu üzerinden olayları çözümlemeye çalışıyor. Kitap Muhsin Yazıcıoğlu'nun Aziz Mahmut Hüdayi dergahında işlenen bir cinayete tanık olması ve bu cinayette öldürülen şahsın kendisine bir şifre vermesiyle başlıyor. Şifreyi Karar Odası denilen bir yapılanmanın başkanına ulaştırmak isterken aslında Alparslan Türkeş, Korkut Özal gibi isimlerinde karar Odasının üyesi olduğunu ve liderlerinin de hapsanede yattığı sürede kendisine gizli mektuplar getiren bir gardiyan olduğunu öğreniyor. Bu yapılanmadan ayrı olan Gladyo nunda ülke üzerinde etkili olduğu üzerinde duruluyor. Sona doğru ise 1993 yılında Bursa nın bir köyüne yapılan operasyondan bahsediliyor. Bu operasyona Eşref Bitlis ve Muhsin Yazıcıoğlu da katılıyor ve devletin gizli belgelerini karanlık yapıların elinden alıyorlar.

Kitap son operasyondan önce Muhsin Yazıcıoğlunun hapis yıllarına dönüyor ve ona gönderilen mektupların bir kısmını bize okutuyor. Bu mektuplarda ilginç ve etkileyici tespitler var. Dünya yı İngiltere ve Vatikan olmak üzere iki gücün yönettiği ve ikisininde birbiriyle mücadele halinde olduğunu iddia ediyor. Vatikanın onayını almayan hiç bir liderin ülkesinin başına geçemeyeceği bastıra bastıra vurgulanıyor. Yine Vatikan önderliğindeki grup sömürgelerini katolikleştirirken, ingiltere tamamen yok ediyor yada o coğrafyada köleleştiriyor. İngilizler kendi ırklarını korurken Vatikanın sömürdüğü bölgelerde melez ırklar meydana geliyor. Özellikle Hindistan işgalinden sonra ingilizler direk sömürme yerine, eğitimle devşirerek içi ingiliz dışı Hintli ara yöneticiler yetiştirerek sömürüye devam ediyor.  Yazar burada bizimde bu tip yöneticilerle idare edildiğimiz imasında bulunuyor. Mektuplar yakın tarihimize yaklaştıkça yok edilen kızılderelilerden ve köleleştirilen siyahlardan Osmanlı içindeki yapılanmalara geliyor. Hatta V. Murad ın mason olduğu iddiasında bulunuyor. Tarih yaklaştıkça devleti yöneten gizli kurulların Abdullah Çatlı gibi adamlara yurt dışındaki bürokratlarımızı öldürterek, ölümleri Ermeni Asala terör örgütünün üzerine ihale ettikleri, Abdullah Çatlı nın yapılanmalara mesaj vermek amacıyla ölüme gönderildiğinin üzerinde duruluyor. 

Yazar tüm bu yaşananları romanlaştırarak anlatırken dipnotlarla tarihte yaşanan olaylara atıfta bulunuyor. Haydarpaşa Tren Garındaki ve Galatasaray lisesindeki yangında, aslında gizli yapılanmalara ilişkin listelerin yok edildiği iddiası bu dipnotların sadece biri.

Yazar kronolojik sırayla olayları takip etmediği, gelgitlerle olaylar arasında bağlantı kurduğu için anlaşılması zor ve kafa yoran bir kitap olmuş. Zaten kendisi de bir çok yerde kimin iyi tarafta, kimin kötü tarafta olduğuna karar veremiyor. Özellikle Alparslan Türkeş konusunda bariz ikilemde kalıyor. Daha açıklayıcı olabilmek için Operasyon 2 isimli bir kitap daha çıkararak son 90 yılımızı anlatacağını söylüyor.

Tekrar başa dönelim ve yazarımızın olaylara yaklaşım tarzını irdeleyelim. Özellikle önemli yerlere gelen şahısların eğitim ve aile bağları üzerinde duruyor. İngilterenin Sömürge bakanı daha önce filan yerin valisiydi, onun dedesi de şu görevlerde bulunmuştu, bilmem kimin torunu Reuters haber ajansı sahibi... Aile bağları üzerinden gidilemediği durumlarda eğitim durumuna bakıyor. Tansu Çiller, Robert koleji mezunu, okul bittikten sonra bir süre ABD de yaşadı, Süleyman Demirel in partisine yerleştirilerek sivriltildi... ... Bakanı Dünya Bankasından getilerek bakan yapıldı, aslında Türkiye Komiseri... 

Çok dağınık ve çok geniş perspektiften olaylara bakan, kendini okutan ve düşündüren bir kitap olmuş. Okuduklarınızı kabul edemeyebilirsiniz ama pişmanlık yaşamazsınız. Tavsiye ederim...

Arka kapak yazısı...

1912'den sonra Türkiye'yi Karar Odası yönetti. Lideri bir İngiliz'di. ve o gece, Karar Odası'na operasyon düzenlendi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bağımsız bir devlet olarak mı kuruldu, yoksa? Birinci Dünya Savaşı'nın galibi İngiltere, Türkiye'yi nasıl ve kimler aracılığıyla yönetiyordu? Sultan Abdülhamid devrilirken kurulan National Bank of Turkey (Türk Milli Bankası) hangi amaçla kurulmuştu? Bankanın genel müdürlüğüne, neden İngiltere'nin sömürge valiliğinde çalışan Sir Henry Babington Smith atandı? Sultan Abdülhamid'i deviren kadro ile National Bank of Turkey'in nasıl bir ekonomik ilişkisi vardı? 1908 Meşrutiyetinden hemen sonra Mezopotamya petrollerinin tamamı, Turkish Petroleum Company üzerinden nasıl bu bankaya ve İngilizler'e bırakılmıştı? 

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizler, diğer sömürge eyaletlerinde olduğu gibi Türkiye için de aynı yönetim modelini mi kurdu? "Karar Odası" adı verilen yapı nasıl oluşturuldu ve kimler bu yapının içinde yer aldı? Cumhuriyet tarihimizdeki kritik kararlar, uygulanan siyaset, ekonomik projeler Karar Odası'nın kontrolünde miydi? Millî yapının, Karar Odası'na sızdırdığı komutanlar, işadamları, akademisyenler, gazeteciler kimlerdi? Suikastlar, terör örgütleri, çeteler, mafya ve siyaset dünyası... Karar Odası, bir ülkeyi nasıl yönetiyordu? Milli yapı, Karar Odası'na ne zaman ve nasıl bir darbe vurdu? Millî yapıya uyanma emri ne zaman, kim tarafından verildi? Teşkilat, Muhafız, Hanedan kitaplarının yazarı Selman Kayabaşı, bu kez ABD ve İngiltere'nin ortak yönettiği gizli yapıya düzenlenen operasyonu ve operasyonun kodlarını deşifre ediyor.

Operasyon, yazarın daha önce beklentimi yüksek tutarak okuduğum , büyük hayal kırıklığı yaşadığım  Hanedan  kitabından sonraki  ikinc...

Düğün Dernek

Düğün Dernek Afiş

Düğün Dernek filmi gişe rekorları kırıyor, izleyenleri kahkahaya boğuyor haberleri üzerine merak ve büyük bir beklentiyle izledim filmi. 

Haliyle aynı kadro tarafından yapılmış ve beğendiğim Çalgı çengi filminden sonra bir özgün komedi daha bekliyor insan.

Tamamı Sivas'ta çekilen filmin konusu özetle şöyle;  köyün İsmail abisinin şehir dışında okuyan oğlu Tarık kimseye haber vermeden köye gelir. Tarık ailesine Letonya lı bir sevgilisi olduğunu ve onunla evlenmek istediğini soyler. Ayrıca aynı şirkette çalışan iki sevgilinin bir sonraki işte aynı ülkede çalışabilmesi için hemen evlenmeleri gerekecektir. İlk başta anne bu evliliğe karşı çıksada baba olur verir ve kendi adetlerine göre düğün yapmayı kafaya koyar.  Dört iyi arkadaş ismail abi, tüpçü Fikret,  tövbekar Çetin ve Saffet öğretmen imece usulü bir düğün için hazırlıklara başlar.

Film boyunca yaşanan aksilikler düğün sırasında zirve yapıyor.  Kiz tarafından bir mafya düğünü basarken, iki misafirin beklenmedik ölümü ortalığı iyice karıştırıyor.

Yöresel bir aksilikler komedyası izliyoruz.  Şive ağırlıklı ve yer yer küfürlü komedi yapılmış.  Yaşananlara değil aslında oyuncuların mimik ve diyaloglarına gülmeye çalışıyoruz.

Özellikle de sona doğru abartı üzerine abartı görüyoruz. Gelinimiz uzun süre baygın kalıyor ve ayılır ayılmaz tekrar bayılıyor,  düğünde ölen yaşlı bir adam düğün halayında halay çektirilerek ortamdan kimseye farkettirilmeden uzaklaştırılıyor, adamın ölüsünü gören damadın annesi herşeyi bir anda anlayıveriyor ve nerdeyse hiç tepki vermiyor vs.

Oyunculuklar artık sıktı dedirtiyor. Özellikle Yakın çekim ve sürekli -boğazdaki damarları pörtletircesine- bağırarak yapılan konuşmalar beni rahatsız etti. Bunun yanında damat Tarık ın annesini oynayan Devrim Yakut ise filme inat harika iş çıkararak oyunculuk dersi veriyor.

Film, reklam sektörünün Cem Uzan ın yüzde yedi oy alan Genç Parti sinden sonraki ikinci büyük başarısıdır. Yoksa rekor kıracak bir film değil...

Fragmanından fazlasını beklemeyin...

Düğün Dernek filmi gişe rekorları kırıyor, izleyenleri kahkahaya boğuyor haberleri üzerine merak ve büyük bir beklentiyle izledim filmi....

Hanedan // Selman Kayabaşı

Hanedan

Kitap nasıl seçilir yada iyi bir kitap kurdu nasıl kitap alır acaba? 

Elimdekiler bitince hazır yolumun üzerindeler diyerek kitapçılara gittim. Genellikle romanların bulunduğu en çok satanlar kısmında aynı yazara ait Hanedan ve Operasyon isimli kitaplar dikkatimi çekti. Hanedan isimli kitabı elime aldım ve arka kapak yazısını okudum. -yazının sonunda paylaşacam- Sonra kitabın ilk sayfasını açtım. 1983 doğumlu genç bir tarihçi yazarın, gerçek ve konuşulamayan tarihimizi yazma iddiasını okudum. Sonuç olarak her iki kitabını da aldım.

Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde II. Abdulhamit'in yıldız istihbarat teşkilatıyla başlıyor, sonra 1040 yılına giderek gizli bir toplantıdan bahsediyor. Aynı gizli kurul 1299 ve 1906 da yine karşımıza çıkıyor. Yazarımız aslında Türk boylarından oluşan gizli bir örgütlenmenin Türkleri yönettiği, devlet yıkıp devlet kurdurttuğu, devletlerin hep bu örgüte bağlı olduğu imasında bulunuyor. 

İkinci bölümde -yazar ikinci kitap diyor- öldürülen bir yazar, genç bir editör ve istihbarat ajanı etrafında geçiyor. Yazar gizli haritayla ilgili -aslında konumuz olan- uçuk iddialarda bulunuyor. Genç editör bunu basmayı kabul etmiyor ve birkaç gün sonra yazarımız öldürülüyor. İstihbarat ajanımız da bu şifrelenmiş cinayeti çözmek için genç editörden yardım istiyor. Bir süre sonra bu editörde öldürülüyor. İstihbarat ajanı bu cinayetleri çözmek isterken aslında kendisinin cinayetleri çözmek için değil örgütü tanıması için görevlendirildiğini öğreniyor. 

Üçüncü bölümde ise gizli örgütün elemanlarını tarikatların içinde eğittiği üzerinde duruluyor. Örgüt elemanlarını iki şekilde yetiştiriyor. Nakkaş ve kılıç... Ya çok iyi bir yazar yapıyor ya da asker..

Yazarımız ilginç ve ispatlanması oldukça zor iddialarda bulunuyor. Mesela kabul edilen yada bize öğretilen temel tarihe göre Anadolu Selçuklular döneminde devletin batı sınırını beylikler koruyordu. Bu beyliklerin temel görevi özellikle Bizans ve haçlı ordusu saldırılarına karşı Selçukluları korumak ve padişah çocuklarını yetiştirmekti. 1243 te yapılan Kösedağ savaşında Anadolu Selçuklu devleti Moğollar a yenilince merkezi otorite zayıflar ve bu beylikler kendi bağımsızlıklarını ilan ederler. Kitaba göre ise Kösedağ savaşından sonra bu gizli kurulun aldığı kararla beylikler -sözde- Selçuklulardan ayrılarak moğollar a bağlılıklarını biat ettiklerini bildirirler. 1299 toplanan aynı kurul Osmanlıları baş seçer... Peki öyleyse Osmanlıların diğer beyliklerle yaptığı savaşları nereye koyacağız? 

Son dönemler içinse Atatürk' ünde aslında bu gizli örgütten olduğunu, Vahdettin in tahta çıkar çıkmaz bu gizli örgütün emirlerinin kendi emirlerinden üste tutulacağını bildirdiği iddiasında bulunuyor. Bu ve benzeri iddialar gizli bir harita etrafında kitap boyunca devam ediyor.

Kitap benim için tam bir hayal kırıklığı. Keşke arka kapak yazısını yazıp bıraksaymış... 

Hayal kırıklığına rağmen aynı yazarın Operasyon kitabına başladım...

2. Abdulhamit


Arka kapak yazısı...

Sancak sahibi beyler, 1040ta Semerkandda toplandılar. Kınıkı hakan bildiler.
1299da Konyada buluştular, Kayıyı bey seçtiler.
Ve sancak sahibi beyler, 1906da İstanbula davet edildiler.
Biri devlet kuracak, biri devlet yıkacak, biri devlet olacaktı...

O gün, İstanbulda cesedi bulunan yazar, Hanedan başlıklı gizli bir dosyanın muhafızıydı. Anadoluya gelen boyların kurduğu devletleri ve bu boyların birbiriyle ilişkisini inceleyen yazar, istihbarat teşkilatlarının peşinde olduğu bir haritayı deşifre etmek üzereydi. Harita, Fatih Sultan Mehmetin Buharadan, Timur Devletinden şehirler şehrine, İstanbula davet ettiği matematikçi ve uzay bilimci Ali Kuşçu tarafından hazırlanmış, son şeklini ise Akşemseddin tasarlamıştı. 1071de Anadoluya gelen gizli bir yapının resmedildiği harita, 1918de Yıldız Sarayında tekrar konuşulmaya başlandı.

Sivas Kongresinin Divan Katipliğini ve istihbarat başkanlığını yapan İsmail Hami, 1071de Sivasa yerleşen Danişmendoğlu beyliğinin o günkü temsilcisi idi. Erzurum Kongresini tertip eden Hüseyin Avni, 1071de Erzuruma konan Saltukoğullarından Ebul Kasımın torunuydu. Ve en önemlisi, Hanedan isimli dosyaya göre, Osmanlı impatorluğundaki hiyerarşiye göre, Kayıhanoğullarından sonra gelen ama Vezir-i Âzamdan da üstün olan bir başka aile tartışılıyordu kitapta: Giray Hanedanlığı. Padişahın altında, Vezir-i Âzamın üstünde olan bu makama, örfe göre Kırım Hanı Giraylar oturuyordu. İmparatorluk yıkılırken Sadrâzamlık makamına Giray Hanedanının o günkü lideri, Ahmet Tevfik Paşa tayin edilince, 1071de Anadoluya gelen beylerin yeni bir devlet kurmak için emir aldıkları belli oldu. Nitekim beyler Anadoluda ilk olarak nereye yerleşmişse, Milli Mücadele de o şehirlerde başlayacaktı.

Bir suikast, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihini bu kadar derinden etkileyebilir mi? Ali Kuşçunun asırlar önce hazırladığı harita, suikasta kurban gittiği söylenen bir cumhurbaşkanının, gizli belgelerini sakladığı gizli bir apartman dairesinde ortaya çıkarsa, evet!

Kitap nasıl seçilir yada iyi bir kitap kurdu nasıl kitap alır acaba?  Elimdekiler bitince hazır yolumun üzerindeler diyerek kitapç...

Kişisel Blog Serüveni

Kişisel Blog Serüveni

Temel soru kişisel blog nasıl olmalı?

Bu soruya yazının sonuna doğru cevap arayalım. Şimdilik kişisel blogların dünü ve bugününden bahsedelim isterseniz...

Konu üzerinde kafa yormadan önce tüm kişisel blog yazarlarını kucaklayalım. Onlar candır, donanımlıdır, sevilmeli ve takip edilmelidir. Yazmanın zorluğunu, okumayan ve araştırmayan birinin yazamayacağını en iyi onlar bilir. Okuduğunuz satırlar yazılmadan önce kaç kez boş ekrana bakılıp kapatıldığını, kaç kez silinip tekrar yazıldığını, iki cümle arasında kaç dakika durup beklendiğini, düşünüldüğünü yazmayı denemeden okuyan bilemez... Bu kadar övgüden sonra konumuza dönelim :)

Kendini kişisel blog yazarı olarak tanımlayan ve Kişisel blogları okumayı seven biri olarak son dönemlerde evrim geçirdiğimizi söyleyebilirim. Takip ettiğim bloglar üzerinden örneklendireyim hemen. Daha önceki bloglar Kim Lan Bu Hayatımın Erkeği, Uyandım Saçmaladım tarzındaydı. Blogger profili üzerinden kendinden bahsedilir ve kategorisiz bir şekilde tek sayfa üzerinden paylaşımlar yapılırdı. Kullanıcının farklı ilgi alanları varsa -şiir, roman yada fotoğraf gibi- her biri için ayrı bir blog açılırdı. Kabul etmeliyim ki kopyala yapıştır yapmadan, kendine özgü ve farklı alanlarda blog tutmak oldukça zordu. Zaten başarabilen de oldukça azdı.

Şimdilerdeyse bloglar daha bir web sitesi vari. Hatta tasarım sektörünün gelişmesiyle bloglarını web sitesi olarak kullanan onlarca kullanıcıyla karşılaşmak mümkün. Reklamlardan vs. para kazanmak için yazılan -kişisel, teknoloji adı ne olursa olsun- blogları konumuzun dışında bırakalım. 

Temaların gelişmesiyle özellikle de haber sitesi görünümlü blogların kişisel blog olamayacağı kanaatindeyim. Bunu yanında farklı konularda yazanlar için kategorilerin, blogların olmazsa olmazlarından olduğunu düşünüyorum. Kategorinin, konuların çöp olmasın engelleyen önemli bir faktör olduğu unutulmamalı. Kitaplığınızdaki kitapları kategorize etmek gibi... Fildişinden Kule ve eqzdemir iki güzel örnek...

Peki kişisel blog nasıl olmalı, neler yazılmalı ?

Kişi ne isterse yazmalı. Bir konuda uzman olmasına gerek yok. Kullandığı telefondan bahsetmek istiyorsa bile bunu bir teknoloji sitesi gibi değil de kullanıcının hissini yansıtarak yapmalı.Kendi kaleminden ve samimi olmalı.

Bizi neden okusunlar, ben kimin ki?

Tanınmış biri değilseniz -benim gibi- birilerinin sizi fark etmesini sağlamalısınız. Diğer blogları takip edip yorum bırakabilir, konuk yazarlık yapabilir, radikal blog yada yazar kafe gibi önemli sitelerde yazarlık yapabilirsiniz. Bunun yanında kişinin kimliğiyle yazmak zorunda olmadığını hatta rumuz ismi ile daha özgür ve daha içten yazabileceğini düşünüyorum. Kişiden ziyade fikirler daha önemli değil mi sizce de?

Diğer yöntem ise blogunuzu kaynaga çevirmek. İşin tadını kaçırmadan ve her şeye sazan gibi atlamadan.  Blog tasarım kategorisinde bunun işe yaradığını tecrübe ettim. Her seferinde google'den aradığım konuları kendime göre düzenleyip paylaştım. Zamanla aynı sorunu başkalarının da yaşadığını ve bu konuların işe yaradığını görmek ayrıca mutluluk kaynağı... Şimdilerde ise bir Eğitim kategorisi oluşturmayı düşünüyorum. İlk işimse daha öncelerde tecrübe ettiğim radyo yayını yapmak konusunda olacak...

Sonuç olarak; blog tutmak emek ve zaman isteyen bir iş. Yazmayı ve paylaşmayı seven için ise inanılmaz bir mutluluk...

Temel soru kişisel blog nasıl olmalı? Bu soruya yazının sonuna doğru cevap arayalım. Şimdilik kişisel blogların dünü ve bugününden b...

Bazı Siteler Sadece İşe Yarar

Mesela Google...

Ne soracaksan sor da git havası var. Kodlarının arasına sıkıştırılmış kafeinden midir nedir sormadan da duramıyoruz. Öyle bilgisayarınıza virüs girmişte otomatik olarak başka arama motoru  açılıyormuş filan da anlamayız. Gerekirse o arama motoruna 'google' yazar kaçınılmaz hedefe ulaşırız...



Bu site o kadar olmasa da at sık kullanılanlara dursun havasında. İşlevi video indirmek. 

Youtube deki bir müziği telefonuma zil sesi yapmaya çalışırken buldum. Aslında bir çok yöntem var ve neredeyse hepsi aracı siteler bağlantısıyla indiriyor. Benim için bu en güzeli..



Basit arayüz ve bir sürü işlev. İlk resimdeki ekrana video linkini yazıp aratıyorsunuz ve karşınıza ikinci resim çıkıyor. İstediğiniz kalitede videonuzu indirebilirsiniz...

Benim işime yarayan yeri Record Audio kısmı... Seçtiğiniz aralığı indirebiliyorsunuz. Baştan sondan kırpabiliyorsunuz. Reklam mı var at gitsin. En vurucu noktayı zil sesi yap meselesi...

En alttaki edit bölümü bilgisayarınıza nasıl kaydedilsinle ilgili. Kafanız karışmaz, oldukça basit bir site...


Henüz Beta versiyon olsa da atın arşive dursun canlar... İşiniz düşer bir gün :)

Mesela Google... Ne soracaksan sor da git havası var. Kodlarının arasına sıkıştırılmış kafeinden midir nedir sormadan da duramıyoruz. Ö...

Feather Blogger Teması

Feater Blogger Teması

Çok sık olmamak kaydıyla bloggerlerın yeni temalar denemesinde yada blogunda oynamalar yapmasına karşı değilim. Hatta yapması gerektiğini düşünüyorum. Böylece yeni arayışlara girerek ilgi alanında olmasa da farklı bloglar, yeni uygulamalar ve yeni gelişmeler hakkında bilgi sahibi olunacaktır.

Bu düşüncelerle gezindiğim Web masterların paylaşımda bulunduğu bir forum sayesinde gördüm temayı. Birkaç özelliği dışında içime sindi. Kendi bloguma da yükledim ama tema ayarlarının zaman alması endişesi ve daha sonra paylaşmayı düşündüğüm ikinci bir tema ile arasında kararsız kalmamdan dolayı, temayı kullanmak yerine burada paylaşmayı uygun buldum. Ayrıca kullandığım temayı bu temaya benzetmek temayı ayarlamaktan daha kolay geldi. Zaman önemli...

Neyse... Lafı fazla uzatmadan özelliklerinden bahsedeyim. 

En güzel özelliği mobil uyumlu olması. Tarayıcınızı daraltırsanız temanın kendiliğinden mobil temaya geçtiğini göreceksiniz.

Renk uyumu oldukça hoş...

Sabitlenmiş açılır üst menü...

Konuların üst kısmında gizlenmiş konu paylaşım butonları... (farkı arayanlara)

Sosyal takip butonları footer (en alt)bölüme yerleştirilmiş.

Reklam isteyenlere uygun reklam alanları...

Sizde bir göz atmak isterseniz...

Çok sık olmamak kaydıyla bloggerlerın yeni temalar denemesinde yada blogunda oynamalar yapmasına karşı değilim. Hatta yapması gerektiği...

Sırlar Uçurumu - Alein Kentigerna

Eğer çok sevdiğiniz bir insandan hediye kitap aldıysanız onu mutlaka okumalı, hatta çok sevmelisiniz. Bu durum hem kitap hediyeleşmesi gibi mükemmel bir olayın önünü açar hem de kitabı sevmenizle mutlu olan sevdiceğinizin mutluluğuyla sizde mutlu olursunuz. Özetle karşılıklı mutlulaşırsınız :)Bu kadar felsefik bir girişten sonra anladığınız üzere kitaba 'zorunda olmak' hissiyle başlasam da pişman değilim. 


Her şeyden önce dikkat isteyen ve hayal gücünüzü betimlemeleriyle çalışmaya zorlayan bir roman. Kitabın içine girmeyi başardıysanız, bir ailenin hatalarını, aşklarını, yasak aşklarını ve parçalanma hikayesini okurken Fransa'nın Napolyon dönemi hakkında da fikir sahibi olacaksınız demektir.

Romanı elinize aldığınızda özellikle de ilk sayfalarda anlaşılması zor ve karışık bir romana başladığınız  düşüncesi oluşuyor. Ama bu durum sizi korkutmasın. İlerleyen sayfalarda bu karışıklık 'hadi ya' şaşkınlığına dönüşüyor. Yazar atlamalarla ve geri dönüşlerle okuru şaşırtarak ilerliyor. 

Hikaye, 1835 yılı fransa'sında bir malikane'de geçiyor. Blanc De Vanue malikanesi. 20 yıl önce derin bir aşkla evlenen Malikanenin büyük oğlu Frederic'in eşinin, Malikanenin küçük oğlu Eduard tarafından uçurumdan atıldığı hizmetçinin oğlu tarafından görülür. Hizmetçi ve oğlunun olayı büyük kardeş Frederic'e anlatmasıyla malikaneden sürülürler acı dolu bir hayat yaşarlar. Ve 20 yıl sonra aynı uçurumun dibinde malikanenin büyük oğlu Frederic in cesedi bulunur. Artık malikaneye de gizemli bir doktor girmiştir ve ailenin kızıyla evlenmek üzeredir. Bu doktorun malikaneden yıllar önce sürülen hizmetçinin oğlu olduğunu, henüz Malikanede yaşayan bir kişi daha bilmektedir... 

İlerleyen sayfalarda, ilk sayfalarda okuduğumuz kötü karakterlerin aslında kötü, iyilerinse o kadar da iyi olmadığı, soylu görünenlerle sığıntı gibi yaşayanların yer değiştirdiğine tanıklık ediyoruz. 

Kitap bir şekilde elinize geçtiyse tereddüt etmeden okuyun... 

Keyifli okumalar...

Eğer çok sevdiğiniz bir insandan hediye kitap aldıysanız onu mutlaka okumalı, hatta çok sevmelisiniz. Bu durum hem kitap hediyeleşmesi gib...

Can Sıkıntısına İyi Gelir; Barefoot

Yapacak bir şey bulamadınız. İçinizde nedensiz ve anlamsız bir can sıkıntınız var. Yapılacak en iyi şey film izlemek gibi duruyor ama dinginliğe de ihtiyacınız var. Rahatlatıp gülümsetecek bir film arıyorsunuz özetle. Sizde benim gibi böyle bir duruma düştüyseniz rahatlamak için tam yerine geldiniz. 

Barefoot kelime anlamı olarak Yalınayak demek. Bayan başrolümüzün -Evan Rachel Wood- ayakkabı giymeme takıntısından alıyor film adını. 

Bu filmde kısaca şöyle bir aşk hikayesi anlatılıyor. Zengin bir ailenin işe yaramaz oğlu -Scoot Speedman- mahkemece verilen ceza nedeniyle bir akıl hastanesinin koridorlarına paspas çekme cezası alır. Boyunu aşan borçlarını ödemek içinde ailesine düzenli bir ilişkisi ve işi olduğunu kanıtlayıp işini büyütme bahanesiyle ailesinden para koparma derdine düşer. Ancak ailesinin yanına götürecek bir kız bulamaz. Bu sırada hayatı boyunca izolasyon altında yaşamış ve akıl hastası olduğu düşünülen hastayla tanışır. Daha doğrusu hasta peşine takılır. Delikanlımızda bu kızı, kız kardeşinin düğününe götürerek ailesine sevgilisi olarak tanıştırmaya karar verir. Kişilik bozukluğu olan bu kız hem aileyi etkiler hemde başrolümüzle aralarında imkansız görünen bir aşk başlar.

Komedi-dram tarzındaki film tam tadımlık olmuş. Süre olarak oldukça kısa. Evan Rachel Wood'un oyunculuğu da görülmeye değer. Aklınızda bulunsun :)


Yapacak bir şey bulamadınız. İçinizde nedensiz ve anlamsız bir can sıkıntınız var. Yapılacak en iyi şey film izlemek gibi duruyor ama...

İki Kişiyle Nasıl Oscar Alınır ; Yerçekimi // Gravity



Oscar almak için iki kişinin -oyunculuğunun demiyorum- görüntüsünün yeteceğini ispatlayan bir film Yerçekimi. Sadece Sandra Bullock ve George Clooney oynadığı film 86. Oscar törenlerinde En İyi yönetmen, En İyi Müzik, En İyi Kurgu, En İyi Ses Kurgusu, En İyi Ses Miksajı, En İyi Görsel Efekt ve En İyi Sinematoğrafi olmak üzere toplam 7 ödül kazanmış. Durun daha bitmedi. 67 BAFTA ödüllerinde de 6 dalda ödül almış. 

Ben filmi hakkında bilgi edinmeden önce izlemiştim. Vasat hatta vasat altı bir bulmuştum. Film baştan sona uzayda geçiyor ve neredeyse iki kişiyle başlayıp bitiyordu. Üstelik daha önce bir çok filmde beğenerek izlediğim Sandra Bullock bu filmde astronot kıyafetinin içinde kaybolmuş gibiydi. George Clooney tavrıysa 'Hadi bu senin savaşın, başar da görelim' der gibiydi.

Filmin bu kadar çok ödül aldığını öğrendikten sonra acaba ben başka bir Gravity filmini mi izledim endişesiyle nette şöyle bir tur attım. Efendim ben filmi netten ve laptop ekranından izlemiştim. Oysa film tam teknolojikmiş. Görseller, 3D vs. mümkün olduğunca büyük ekranda ve güzel bir ses sistemiyle izlemek gerekiyormuş. Hatta okuduğum bir yoruma göre film neden sinemaya gidilmesi gerektiğini anlatan tam bir başyapıtmış. Filmin aldığı Oscar ödüllerindeki dallara bakılırsa haksızda değil...

Özetle filmde şöyle bir olay geçiyor. Dr Ryan Stone (Sandra Bullock) zeki bir mühendis olarak son uzay seyahatini yapacak olan deneyimli astronot Matt Kowalsky (George Clooney) in yönetimindeki mekikte ilk uzay yolculuğuna çıkar. Görevleri hasar gören Hubble Uzay teleskobunu onarmaktır ve oldukça tehlikesizdir. Görevlerini yaptıkları sırada Huston'daki kontrol merkezinden Rusların kendi uydularını roketle vurduklarını, oluşan enkazın zincirleme tepkimelerle kendilerine doğru geldiği bilgisini verir ve görev iptal edilir. Ancak kahramanlarımız kendilerine gelen bu enkazdan kurtulamaz. Kalan bölümde ise Dr Ryan Stone'nin dünya'ya dönüş serüveni anlatılıyor. 

İzlemeyi düşünüyorsanız sinemada izleyin derim...




Oscar almak için iki kişinin -oyunculuğunun demiyorum- görüntüsünün yeteceğini ispatlayan bir film Yerçekimi. Sadece Sandra Bullock v...

12 Yıllık Esaret // 12 Years a Slave



Film, 19. yy da gerçekten yaşayan Solomon Northrup isimli zencinin, pamuk tarlasına köle olarak satılmasını ve kurtulduktan sonra yaşadıklarını kaleme alarak yazdığı aynı isimde ki kitaptan uyarlanarak sinemaya aktarılmış. Dolayısıyla film bir biyografi.

Aslında bir biyografiyi izliyor olmak, filmi eğlence olmaktan çıkarıp izlediklerinizi hissetmenizi sağlıyor. Empati kavramını neredeyse tüm iliklerinizde hissediyorsunuz. Tam da bu nedenle filmi rahatlıkla beğenirken tavsiye etmek o kadar da kolay olmuyor. Hele mutlu son isteyen ve bekleyen Türk insanı için daha da zor.

Film bittiğinde derin bir iç çekerek 'Ey Özgürlük' dedikten sonra kölelik sistemini icat eden canlı türü olarak insanlığımdan utandım.  Sonra da millet olarak tarihimizde  kölelik anlayışının olmamasına şükrettim...

Solomon Northrup'un Kitabı
Özetle filmden de bahsedeyim. 1841 de New York'ta yaşayan Solomon Northup ailesi ile birlikte özgür yaşayan bir siyahidir ve müzikle ilgilenmektedir. Bir gün tanıştığı iki kişi ile müzik işi konusunda anlaşırak Washington'a gitmeye karar verir. Solomon kendine geldiğinde kaçırıldığını ve köle olarak satıldığını anlar. Artık ismi de Platt olmuştur. Tüm çabalarına rağmen özgür olduğunu kimseye anlatamaz ve güneydeki tarlalara köle olarak satılır. Kölelik hayatı boyunca şiddeti, acıyı, küçük düşürülmeyi ve çaresizliği yaşayarak öğrenecektir. İsyan etme cesareti olmayan insanlar arasında hayatta kalmak için dikkat çekmemesi gerektiği kanıksatılır. Solomon'un kurtulma hayallerinin tükendiği bir anda tarlaya gelen Kanadalı bir marangoz ustasının -bu adam Brad Pitt oluyor- kendisine inanıp yardımcı olmasıyla özgür olduğunu kanıtlar ve kölelikten kurtulur.


Film, 19. yy da gerçekten yaşayan Solomon Northrup isimli zencinin, pamuk tarlasına köle olarak satılmasını ve kurtulduktan sonra yaş...